Sonradan oralı olduğumuz toprağımızdan koparak döndük İstanbul’a.
Hayat bu, ne oldum demeyeceksin ne olacağım diyeceksin.
Biz işletmemizi kendi öz varlığımızla kurduk. Teşvik, kredi tamamen alın terimizdi. Güzel başladı hayat. Cuma akşamları yola çıkan babam ekibiyle birlikte inşaat alanına vardığında nasıl bir şevkle demirleri birbirine bağlar, kaynak yapardı dün gibi hatırlıyorum. Çatı tepelerinde kaynak yapan bir sürü abi, amcalarım ve babam. Acemilikle biz de fazla paralar yatırdık işe önce. Gereksiz harcamalar yaptık tabi. Çok geçmeden işimizin başına geçtik. Kapattık İstanbul’da ki şirketi, 1996’nın Aralık ayında Erdek yolcusu olduk. Gittiğimizde kaldık mı ineklerle tavuklarla baş başa.
İstanbul’da doğmuşsun büyümüşsün mesleğin, işin çok iyi. Bayramlarda köye gidip mangal yapmaktan, tarlada çırpı toplamaktan daha ilerisine gidememiş bizler doğal bir hayat hayaliyle büyük bir maceraya soyunduğumuzu işin içine girip, İstanbul’da ki şirketi kapatınca öğrendik.
Bilmediğimiz bir işti ama deneyimleyerek, hatalar yaparak öğrendik. Kazanılan büyük hayat derslerinin yanında tarım politikamızı da takip eder olduk.
Verilip tutulmayan sözleri, o güne kadar verilen tarım teşviklerine, sıfır faizli kredilere bakarak ne kadar parlak bir iş olduğuna karar verip kolları sıvayıp işe giren ve teşviklerin boyut değiştirerek dörtte biri eline geçince, tarlada 0,15 TL/Kg’a satılan garibim saman 1 TL/Kg olunca, 3,5-4TL’ye aldığın mazotu balıkçıların 1 TL’ye aldığını öğrenince, süt fabrikalarının çiğ süt taban fiyatını 10 kuruş arttırıp tezgahtaki süte zam yaptıktan sonra taban fiyatı nasıl canının istediği gibi düşürebildiğini hayretler içinde görünce önce bocalar sonra bizim gibi yalınayak başı kabak kalır girişimciler.
Peki bu insanlar milyonlar harcayıp ya da babanın oğluna vermediği krediyi alıp milyonların altına imza atarak ne yaptıklarını zannediyorlar.
Ya da 3 - 5 ineği olan köylüm kim ki hala üretmeye çalışıyor. Yaz kış demeden, bayram seyran demeden, tatil bilmeden sabahın kuşluk vaktinde kalkıp canla başla akşamın karanlığına kadar ineklerinin, koyunlarının, kuzularının arkasında karın tokluğuna iki kuruş için debelenen köylüm ne yapsın. 3-5 baş ineği olanlara burun kıvıranlar, hayvancılıktaki kötü gidişatı bu insanların üstüne yıkanlar gidip 50-60-100 baş ineği olanlara bir sorsun bakalım başka işten para kazanmasalar ya da mera imkânları olmasa kaç gün dayanabilirler. Bir soralım bakalım niye şikayet ediyorlar. Akıllarından zorları mı var?
İnsanoğlu hep daha fazlasını ister. Hep daha hep daha…
Kimisi elinde imkân, güç varken iyilik için harcar, hiç bilmediği insanlara, canlılara iyiliği dokunur da haberleri olmaz. Bu insanlar köylünün gelirini bir kuruş arttırarak kelebek etkisi yaratır. Ama ne köylünün bundan haberi vardır ne de köylüden ucu ucuna parasını tahsil etmeyi başarıp spermacıya, ecza deposuna borcunu ödemeyi başarmış veteriner, veterinerden parasını tahsil edip yurt dışına borcunu, çalışanlarına maaşını, sigortasını, vergisini ödemeyi başaran spermacı en zengin insan değil midir? Ödenen vergiden hizmet sunan, okul yapan, memurunun maaşını ödeyerek köylünün kuruşlarını tekrar ekonomiye döndüren devlet mutlu değil midir?
Gördünüz mü, dalga geçseniz de, bir lokma ekmeğinde gözünüz olsa da, cebine girecek her kuruşu alay ederek çok büyük paralarmış gibi göstermeye çalışsanız da köylünün kuruşları bizim cebimizde liralar oluyor.
Kimisi dünyayı yer doymaz köylüden, işçiden kestiği 10 kuruşlarla zenginliğine zenginlik katar, kimisi soğan ekmekle hayat budur işte der kendi cennetinde yaşar.
Biz hangisiyiz, mutlu olan mı, doyamayan mı?
Saygılarımla,
Nihal GÜVEN
Ziraat Mühendisi/Zooteknist