Tarımsal pazarlama bundan böyle bir taarruz savaşı olacak
Şu meşhur Afrika atasözünü eminim duymayanınız kalmamıştır; “Sular yükselince balıklar karıncaları yer. Sular alçaldığında ise karıncalar balıkları.. Kimin kimi yiyeceğine suyun akışı karar verir”.
Son yazılarımda sıkça, suların eskisi gibi akmadığını, yatak değiştirdiğini ve hızını artırdığını anlatmaktayım. Sıkça vurguladığım bir gerçek var, mevcut süreci çok ince hesaplarla ve çok ciddi bir planlama ile yönetmek durumundayız. Bu işin, lamı cimi kalmadı. Yukarıdaki atasözü gibi, kimin kimi yiyeceğine suyun, yani sürecin karar vermesini beklemek yanlış olur, kadercilik olur.
Kriz yönetimlerinde sürecin kontrolünü emanet edeceğiniz ekipleri de doğru oluşturmalısınız. Çünkü, en mükemmel stratejileri, dünyanın en ileri teknolojileri ile donatarak yola çıksanız bile, süreci yönetecek doğru ekibiniz yoksa yatırımınız bir hiçtir. Sürecin yol haritasını üst düzey yöneticiler belirler, uygulamasını personel yapar. Bu, dünyanın her yerinde böyledir. Ekibinizi doğru kurup, uyumlu çalışmasını sağlarsanız ve hepsinden önemlisi “kurumla arasında bir aidiyet bağı” kurarsanız; “en yüksek müşteri memnuniyeti”, “toplam kalite yönetimi”, “sürdürülebilir pazarlama”, “sıfır hata” kavramları size pek uzak olmaz.
Bunlar işimiz sırasında sık sık kullandığımız kavramlar ve yazık ki, birçoğumuz, bunların ancak akılcı süreç yönetimi ile mümkün olabileceğini gözardı ediyoruz. Genel anlamda pazarlamayı ve bizim işimizin özelinde, tarımsal pazarlamayı bilmiyoruz. Bunun bir sistematiğinin olduğundan haberimiz yok. Bu çarpıcı gerçeğin altını öncelikle kalınca bir çizelim.
İkinci mesele… Tarımsal pazarlamanın altyapısının tarımsal yayımcılık olduğunu da hala tam olarak kavrayabilmiş değiliz. İki broşürle bu işi götürebileceğini düşünenler, günümüzde de azımsanmayacak sayıda…
Değişim… Son 30 yıldır hemen hemen herkesin dilinden düşürmediği sihirli bir sözcük bu. Ama, yaşantımızda en az yer verdiğimiz sözcük aynı zamanda. Şirketleri, profesyonel yöneticilere teslim etmek gibi bir düşünce tarımın henüz kıyısına bile yaklaşmadı.
Bence bu gerçekleştiğinde, tarımsal pazarlamanın bir süreç işi olduğunu, bu sürecin en önemli parçasını tarımsal yayımcılığın oluşturduğunu kavramış bir kuşak gelecek. Sektörün ufku o zaman açılacak.
Ulusal ve uluslararası fuarların, tarımsal yayımcılığın , ürün ve hizmet tanıtımının, seminer ve organizasyonların muazzam önemi, bir gün bizim de kafamıza dank edecek… Kendi kozalarında bir ipekböceği huzuruyla yaşayan arkadaşlar o günlere yetişir mi, pek bilemem…
Herkes şunu çok iyi bilsin, tarımsal pazarlama bundan böyle bir taarruz savaşı olacak… Özellikle hedef kitleye ulaşanlar ve bunu bir süreç planlamasıyla sürekli kılanlar, geleceğin aktörleri olacak.
Süreç yönetiminin guru’su sayılan Jack Welch “Winning” adlı kitabında; stratejiyi, “yaşayan, nefes alıp veren, tamamıyla dinamik bir oyun” olarak tanımlıyor. Konunun bir başka zirve ismi, Jack Trout, “konumlandırma Stratejileri” adlı kitabında, stratejiyi, “tamamen farklı olmak” diye açıklıyor ve köşesinden sesleniyor:
“Farklı ol ya da öl!” Agresif pazarlamanın lafını esirgemeyen bu büyük ustası, pazarlamanın bir “ölüm kalım savaşı” olduğunu belirtiyor.
“Elimdekini nasılsa satarım” diye düşünenlere, Jack Trout’a biraz kulak vermelerini öneririm: “Dünya hemen kapınıza dayanacak değil. İyi ürünler kazanır, diye bir şey yok. İyi algılar kazanmaya eğilimlidir. İletişiminizin her yönü; reklamlarınız, broşürleriniz, web siteniz, satış sunuşlarınız, farkınızı yansıtmalıdır.”
Tarımsal pazarlamanın alt yapısının, tarımsal yayımcılık olduğunu, bunun da ancak, yayım sürecinin bilinçli yönetimi ve sürekli kılınmasıyla mümkün olabileceğini, bilmem anlatabildim mi ? Eğer öyleyse, ne mutlu bana… Sevgiyle kalın. Bereketiniz eksik olmasın.
Eylül 2012